31 Mart 2010 Çarşamba

8 Bin Yil Önce Profesyonel Yöntemlerle Diş Tedavisi Yapılıyordu



Bunlar, sana doğru haber (kıssa) olarak aktardığımız (geçmişteki) nesillerin haberleridir. Onlardan kimi ayakta kalmış, (hala izleri var, kimi de) biçilmiş ekin (gibi yerlebir edilmiş, kalıntısı silinmiş) dir. (Hud Suresi, 100)


Pakistan'da yapılan kazı çalışmaları bundan 8 bin yıldan çok daha uzun yıllar önce, dişçilerin diş çürümelerini dolguyla tedavi ettiklerini göstermiştir. Columbia Üniversitesi arkeologlarından Andrea Cucina, Pakistan'da yürüttüğü kazı çalışmalarında bundan 8-9 bin yıl öncesine ait kesici dişlerde küçük delikler fark etmiştir. Yaklaşık 2.5 mm çapındaki bu küçük deliklerin muntazamlığından etkilenen Cucina, konuyla ilgili araştırmalarını derinleştirmiştir. Daha sonra elektron mikroskopları kullanılarak yapılan incelemeler, söz konusu minik deliklerin bakteriler tarafından meydana getirilemeyecek kadar düzgün olduklarını ortaya koymuştur. Yani bunlar bakteriler tarafından meydana getirilen delikler değil, bilinçli müdahale ile oluşturulan, tedavi amaçlı deliklerdir. Minik deliklerin bulunduğu dişlerin hiçbirinde, herhangi bir çürük izine de rastlanmamıştır. Bu da, New Scientistdergisinin ifadesiyle, "Tarih öncesi dişçilerinin, işlerinde ne kadar başarılı olduklarının bir delilidir."22

Evrimci görüşe göre bu dönem, sözde insanların maymunlardan daha henüz ayrıldıkları, son derece ilkel koşullarda yaşadıkları, hatta çanak çömlek yapmayı dahi yeni yeni belli bölgelerde öğrendikleri bir dönemdir. Evrimcilere göre böylesine ilkel koşullarda yaşayan insanların nasıl olup da, ellerinde hiçbir teknoloji olmadan, birtakım taş aletlerle dişlerde muntazam delikler açıp dolgular yaptıkları ise bir muammadır. Açıktır ki, diş tedavisini gerçekleştiren bu insanlar ne ilkeldir ne de ilkel koşullara sahiptirler. Tam tersine, hastalığı teşhis edebilecek, tedavi yöntemleri ortaya koyabilecek düşünce yapısına ve bu yöntemleri başarıyla uygulayabilecek teknik imkanlara sahiptirler. Bu da -bir kez daha- Darwinistlerin, toplumların ilkellikten modernliğe doğru sürekli evrimleştiği yanılgısını geçersiz kılmaktadır.


Eski İnsanların Müzik Tutkusu
Sanatın her dalı gibi müzik de sadece insana hastır. Bundan yaklaşık 100 bin yıl önce yaşamış olan insanların müziğe karşı olan ilgisi, söz konusu kişilerin günümüz insanlarıyla hemen hemen aynı zevklere sahip olduğunun bir başka göstergesidir. Bilinen en eski müzik aleti Libya'nın Haua Fteah isimli yöresinde bulunan ve 70.000 ile 80.000 yıllık olduğu tahmin edilen kuş kemiğinden yapılmış bir flüttür.23 Ayrıca Doğu Kırım'da incelemelerin yapıldığı Prolom II isimli sitede 41 tane düdük bulunmuştur.24 Prolom II sitesinin ise 90.000 ila 100.000 yıl öncesine dayandığı keşfedilmiştir.25


Neandertal ırkından bir insan tarafından yapılmış olan bu flüt, o dönemde Batı müziğinin temel formu olan yedi nota ölçüsünün kullanıldığını göstermektedir. Flütün yapımı ayrı, kullanılması ayrı bir bilgi birikimi, kültür ve beceri gerektirmektedir.
Ancak bu dönemin insanlarının müzik bilgisi bununla da kalmamaktadır. Bir müzikolog olan Bob Fink, Kuzey Yugoslavya'daki bir mağarada arkeolog Ivan Turk tarafından 1995 Temmuzu'nda bulunan, bir ayının uyluk kemiğinden yapılmış olan eski bir kemik flütteki delikleri analiz etti. Karbon testine göre yaşının 43.000 ile 67.000 yıl arasında olduğu düşünülen bu aletin 4 nota çıkardığını ve flütte yarım tonlar ve tam tonların da olduğunu tespit etti. Bu keşif, sözkonusu insanların Batı müziğinin temel formu olan yedi nota ölçüsünü kullandıklarını göstermektedir. Flütü inceleyen Fink, "eski flütün üzerindeki ikinci ve üçüncü delikler arasındaki mesafenin, üçüncü ve dördüncü delikler arasındaki mesafenin iki katı" olduğunu belirtmektedir. Bunun anlamı birinci mesafenin tam notayı, ona komşu olan mesafenin de yarım notayı temsil ettiğidir. "Bu üç nota inkar edilemez bir şekilde diatonik ve modern yahut antika olsun standart diatonik bir ölçekteki gibi ses çıkarır"26 diyen Fink, bunları kullananların müzik kulağı ve bilgisi olan insanlar olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.

Bütün bu eserler ve arkeolojik buluntular evrim teorisi tarafından açıklanması mümkün olmayan pek çok soruyu gündeme getirmektedir. İnsanların maymunlarla ortak bir atadan geldikleri yanılgısını savunan Darwinizm bu soruların hiçbirini açıklayamaz. Örneğin, on binlerce yıl önce sözde hırıltılar çıkarıp, hayvani bir yaşam sürdüğünü iddia ettikleri maymunumsu varlıkların neden ve nasıl sosyalleşmeye başladıkları sorusu evrimciler için çok büyük bir açmazdır. Bu maymunumsuların neden ağaçlardan yere indikleri, nasıl iki ayakları üzerinde durmaya başladıkları, akıllarının ve yeteneklerinin ne şekilde geliştiği gibi sorular karşısında evrim teorisi bilimsel ve akılcı cevaplar veremez. Bu konuda ileri sürülen açıklamalar yalnızca birtakım ön yargılardan ve hayal ürünü hikayelerden ibarettir.

Evrimcilere "Dallardan dallara atlayarak dolaşan maymunlar, ne olmuştur da yere inmeye karar vermişlerdir?" diye sorarsanız, bunu iklim koşullarının gereği diye cevaplarlar. "Diğer maymunlar da onları taklit ederek yere inebilecekken, neden dallarda dolaşmayı tercih etmişlerdir? Ya da bu iklim koşulları neden sadece bir kısım maymunu etkilemiştir? Aynı iklim koşullarında yaşayan diğer maymunları yere inmekten alıkoyan nedir?" gibi ilk planda aklınıza gelen pek çok soru ise evrim teorisi tarafından akılcı ve mantıklı bir şekilde cevaplanamaz. "Yere inen maymunlar nasıl olmuştur da iki ayakları üzerinde yürümeye başlamışlardır?" diye bir soru sorarsanız evrimciler bu soruya da kendilerince farklı açıklamalar getirmeye çalışırlar. Örneğin bazı evrimciler, diğer güçlü hayvanlardan korunma ihtiyacı nedeniyle bu maymunumsuların arka ayakları üzerinde dik durmaya karar verdiklerini söylerler. Ama bu açıklamaların hiçbiri bilimsel değildir.

Taşa şekil vermek için demir veya çelikten yapılmış çeşitli aletler kullanılması gerekir. Geçmişte yaşayan toplumlar da, tıpkı günümüzdeki gibi, taşları kesip şekillendirirken bu tarz aletler kullanmışlardır.
Öncelikle iki ayaklılığın evrimi diye bir şey söz konusu bile değildir. İnsan iki ayağı üzerinde dik yürür. Bu, başka hiçbir canlıda rastlanmayan, çok özel bir hareket şeklidir. Burada belirtilmesi gereken en önemli noktalardan biri iki ayaklılığın bir avantaj olmadığıdır. Zira, maymunların hareket şekli insanın iki ayaklı yürüyüşünden daha kolay, hızlı ve verimlidir. İnsan ne bir şempanze gibi ağaçlar arasında daldan dala atlayarak ilerleyebilir, ne de bir çita gibi saatte 125 km. hızla koşabilir. Aksine insan, iki ayağı üzerinde yürüdüğü için, yerde çok daha yavaş bir biçimde hareket edebilir ve bu nedenle doğadaki canlıların en savunmasızlarından biridir. Dolayısıyla, evrim teorisinin kendi mantığına göre, maymunların iki ayaklı yürümeye yönelmelerinin hiçbir anlamı yoktur. Aksine, evrimin hikayelerine göre insanlar dört ayaklı hale gelmelidirler.

Evrimci iddianın bir diğer çıkmazı ise, iki ayaklılığın Darwinizm'in "aşama aşama gelişme" modeline kesinlikle uymamasıdır. Evrimin temelini oluşturan bu model, evrimin bir aşamasında iki ayaklılıkla dört ayaklılık arasında "karma" bir yürüyüş olmasını zorunlu kılar. Oysa İngiliz paleoantropolog Robin Crompton, 1996 yılında bilgisayar yardımıyla yaptığı araştırmalarda bu çeşit bir "karma" yürüyüşün imkansız olduğunu göstermiştir. Crompton'un vardığı sonuç şudur: Bir canlı ya tam dik, ya da tam dört ayağı üzerinde yürüyebilir.27 Bu ikisinin arası bir yürüyüş biçimi, enerji kullanımının aşırı derecede artması nedeniyle mümkün olmamaktadır. Bu yüzden yarı-iki ayaklı bir canlının var olması mümkün değildir.

Bu sözde ilkel varlıkların nasıl akıllı ve sosyal davranışlar geliştirdikleri sorusunun cevabı da evrimcilerin hezeyanlarına göre, toplu halde yaşadıkları, böylece akıllı ve sosyal davranışlar geliştirdikleridir. Oysa sürü halinde yaşayan yalnızca bu sözde ilkel varlıklar değildir. Goriller, şempanzeler, maymunlar ve daha pek çok hayvan türü sürüler halinde yaşamaktadır. Ama bunların hiçbiri insanlar gibi akıllı ve sosyal davranışlar geliştirmemiştir. Hiçbiri sanatsal yapılar inşa etmemiş, astronomiyle ilgilenmemiş, dev anıtlar yapmamış, kısaca akıl ve yetenek sergileyememiştir. Çünkü akıllı ve bilinçli davranış yalnızca insanlara has özelliklerdir. Geçmişten günümüze izi kalan tüm bu eserler de, bizler gibi akıl ve şuura sahip, hesaplama, planlama, üretme yeteneği olan insanlar tarafından meydana getirilmiştir. Bu insanların ilkel koşullarda yaşadıkları iddiası ise bizzat arkeolojik bulgular tarafından yalanlanmaktadır.

EVRİMCİLERİN, TEORİLERİNİ SAVUNACAK HİÇBİR BİLİMSEL DELİLLERİ YOKTUR
Evrimciler, insanın maymunlarla ortak bir atadan evrimleştiği iddiasını delilsiz olarak kabul ederler, ancak bu evrimin nasıl olduğu sorusuna "bilmiyoruz, belki gelecekte bir gün anlarız" şeklinde hiçbir bilimsel değeri olmayan bir cevap verirler. Örneğin evrimci paleoantropolog Elaine Morgan şu itiraflarda bulunur:
İnsanlarla (insanın evrimiyle) ilgili en önemli dört sır şunlardır: 1) Neden iki ayak üzerinde yürürler? 2) Neden vücutlarındaki yoğun kılları kaybettiler? 3) Neden bu denli büyük beyinler geliştirdiler? 4) Neden konuşmayı öğrendiler? Bu sorulara verilecek standart cevaplar şöyledir: 1) Henüz bilmiyoruz. 2) Henüz bilmiyoruz. 3) Henüz bilmiyoruz. 4) Henüz bilmiyoruz. Sorular çok daha artırılabilir, ama cevapların tekdüzeliği hiç değişmeyecektir. (Elaine Morgan,The Scars of Evolution, New York: Oxford University Press, 1994, s. 5)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder